top of page
Yazarın fotoğrafıDeniz Poyraz Kırmanlı

Ada “Zanzibar” …

Al beni, götür dedim…

Öyle bir yere götür ki şimdiye kadar gördüklerimden farklı, daha renkli olsun. Şehir olmasın, medeniyet hiç olmasın. Insanlar olsun bolca; dillerini de bilmeyeyim, kültürlerini de. Karışalım aralarına, her gördüğümüz yeni, her dokunduğumuz farklı, hissettirdikleri unutulmaz olsun. Daha önce varlığından bile habersiz olduğumuz tatlar atalım ağzımıza, bilmediğimiz kokular çalınsın burunlarımıza, şaşırıp ne yapacağımıza bakalım. Uzak bir yer olsun, geride bırakıp, hatırlayamayalım kafalarımızdaki telaşları, ruhumuzu yoran koşuşturmaları. Öyle bir yer  olsun ki gözümüz şenlensin, ruhumuz zenginleşsin. Her gördüğümüzü, her dokunduğumuzu, her konuştuğumuzu alalım içimize, bir göz daha açılsın, bir kere daha farklı bakalım hayata…

Al beni, götür dedim ; tuttuğu gibi kolumdan, beni Afrika’ya, Afrika’da Tanzanya ülkesine, Tanzanya’da ise Zanzibar Adasına götürdü. Kendisi gibi, tam gönlüme göre, eksiksiz bir cennet sundu önüme.

Ben bir tropikal adaya düştüm, şimdiye kadar gördüklerim arasında en güzeli, en bakir olanı idi.

Hem yeşil, hem mavi, hem beyaz, hem de rengarenkti. Modern hayatlarımızla alakasız, yaşadığımız dünyadan bin fersah uzak. Kalabalık, çok kalabalık bir ada. Toprak yollarında gece, gündüz yürüyen, rengarenk kiyafetlerinin aksine, ten renklerinden daha kara, sert gözlerle bakan insanlarla dolu bir ada. Öbek öbek ev önlerinde, dükkan önlerinde, yol kenarlarında, ağaçların gölgesinde, duvar üzerlerinde miskin miskin oturan tembel insanlarla dolu bir ada. Kalabalık gruplar içerisinde oturup, birbiri ile sohbet etmeyi, şakalaşmayı, gülmeyi seven, rahat insanların adası. Korkutucu gözlerle baksalar da sana, bir jambooooo! (merhaba) ile yüzlerinde ki gülümseyi esirgemeden, sana dokunup, sonra da yapışan insanların adası. Gülümsemelerimi, selamlarımı, kucaklamalarımı hiç geri çevirmeyen sıcacık, zararsız, meraklı, aç, muhtemelen dışarıdaki dünyadan habersiz olduğundan, kaderine boyun eğen insanlarla dolu bir ada. Verimli toprakları, toprağını besleyen suları, zengin yeraltı kaynakları varken, bu kadar fakirlik neden diye sordurup, merak ettiren, hatta kızdıran bir ada. O kadar fakirki, fakirliğin olduğu her yerde olduğu gibi cahil insanların ve cehaletin olduğu her yer gibi dinin hüküm sürdüğü, koyu dinciliğin olduğu bir ada. Zaman kavramının farklı işlediği, her şeyin biraz daha yavaş, kimbilir belki de tüttürdükleri otların etkisi ile herşeyin biraz daha rahat aktığı bir ada. Pis sokaklarında, çıplak ayak ayakları ile oradan oraya koşturarak, eğlenen; sıkıştırıp her birini, pasaklı hallerine, ağır kokularına aldırmadan, içinize sokup, öpüp koklayacağınız dünyanın en güzel çocuklarının adası.

Sabah gözünüzü açtığınız andan itibaren kendinizi bir film karesindeymiş gibi hissettiren bir ada düşünün…

Sanki bulutları daha pufidik, yıldızları daha parlak, denizi yeşilin bilmediğiniz bir tonu, kumları daha beyaz ve un gibi… Denizinin üzerinde gezinen tekneleri de, teknelerin içindekileri de renkli, derinliklerinde yaşam verdiği balıkları da.

Bembeyaz bir sahil, adını koyamadığınız bir renk deniz düşünün; üzerinde yüzlerce renkli insan, miskinlik yapıyor. Önünüzden tek ağaçlı, el yapımı, yavaş tekneler geçiyor ve yeryüzünün en güzel gün batımlarından birini seyrediyorsunuz. Insanlar neşeli, teferruatlı kıyafetleri ile hep beraber futbol oynuyor, gülüp, eğleniyorlar. Aralarına dalıyor, topa bir de siz vuruyor, onlarla gülüşüyorsunuz. Bir gün batıyor ki, elinizde soğuk biranız, hep o anda asılı kalsam, olduğum yerden kıpırdamasam diyorsunuz. O anda başka hiçbir yerde olmak istemiyor, unutulmaz bir ana şahit oluyorsunuz. Gerçek olamayacak kadar güzel, alışık olmadığımız kadar dingin.

Bir şehir merkezi düşünün, aklınıza gelebilecek tek bir modern yapı, bir araba, bir dükkan yok…Dar ve pis sokaklarından geçerken kokudan genziniz yanıyor, her yerden fışkıran insanlar üzerinize üzerinize geliyor. Insanlar çarpıyor, bir şeyler satmaya, laf atıp, konuşmaya çalışıyor. Etrafınızda yüzlerce çocuk, biraz meraklı, biraz muzur bakışlarla dikkatinizi çekip, gel beni ye diyor. Herkese dokunmak, hepsi ile konuşmak, konuşup anlamak istiyorsunuz. Bir an durup, olduğunuz yerde dönüp etrafınıza bakıyor ve bütün bunlar gerçek olabilir mi diye düşünüyorsunuz. Bu kadar fakirlik, bu kadar pislik, kendinizinkinden bu kadar uzak bir dünya olabilir mi diye şaşırıyorsunuz. Ayda ortalama 120 dolar ile geçinmeye çalışan, pislik içinde yaşayan bu insanların, yaşam mücadelesi vermek dışında sizinki gibi dertleri, aşk acıları, yarım kalmışlıkları var mıdır merak ediyorsunuz. Varsa da hayatlarında koydukları yeri sormak istiyorsunuz.

Herkesin inancı kendine, ben cennetin de cehennemin de burada olduğuna inananlardanım. Cennette  olmak,gördüğün nefes kesecek güzellikler karşısında huzur bulmak, mutlu olmak, hafif hissetmekse her daim ve cehennemde olmak da ha babam debelenmek, çaresiz kalıp, acı çekmekse eğer buradaki insanların karması nasıl bir karmadır merak ediyorum.

Al beni, götür dedim…Öyle bir yer olsun ki, şimdiye kadar gördüklerimden farklı, daha renkli olsun. Gözümüz şenlensin, ruhumuz zenginleşsin, hayata bir kere daha farklı bakalım.

Aldı beni, tuttuğu gibi kolumdan, cennet ile cehennemi her dakika birarada yaşayanların adasına götürdü. Hayatımda geçirdiğim en güzel tatillerden birini yaşatıp, bambaşka bir kapı daha araladı. Gördüklerim de unutulmazdı, bana hissettirdikleri de…

NOT : Zanzibar’a hayatınızda bir kere gitmeyi yazın bir kenara. Orada olduğum süre boyunca, içimde ne küçücük bir hastalık / tehlike korkusu salındı, ne de yeme içme de problem yaşadım. Tanrı’nın kontrastlarını görmek, ucundan yaşamak istiyorsanız, gitmeye çalışın mutlaka adaya, eminim farklı bir bakış açısı daha buyur edeceksiniz hayatınıza…










16 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

TANIDIK YABANCI

Geçenlerde çok geçmişten bir arkadaşımla karşılaştım. Neredeyse yirmi yıl boyunca hiç görmediğim, duymadığım, konuşmadığım biri. Yirmi...

ความคิดเห็น


bottom of page