top of page
Yazarın fotoğrafıDeniz Poyraz Kırmanlı

BAZEN

Doktor tavsiyesi ile baba ocağını bırakıp, tek başına yaşamaya gönderilen nadir insanlardan biriyimdir herhalde. Dalga geçmiyorum, gönderilme mübalağalı bir anlatım elbet, zorla gönderilmedim ama hikaye gerçek.

Yirmi dokuz yaşındaydım, annem ve babamla yaşıyordum. Diğer kardeşlerim evden çıkalı çok olmuş, uzun zamandır üçlü bir hayatımız oluşmuştu. 

Ailenin tekne kazıntısı, dört çocuğun en küçüğüyüm ben. Anne ve babamın en rahat dönemine denk düşmüş ve zaten rahat büyütülmüştüm ama artık iyice hiçbir şeyime karışmıyor, kuralları zorlamıyorlardı. Kısacası yediğim önümde, yemediğim arkamda evin yeni ve daha da konforlu düzenini yaşıyordum. Gel gör ki yine de artık belli bir yaşa gelmiş ve kendi ayakları üzerinde kimseye tutunmadan durabilen biri olarak sadece kendime ait bir düzenim olmasını istiyordum. 

Hayatımla ilgili kararların tümünü kendim verebiliyor, dışarıdaki hayattan korkmuyordum.

Tek başıma yaşayabilecek kadar iyi para kazanıyor ve artık kendime ait bir evimin olmasını çok istiyordum. 

İsteğim bizim ailemiz için hiç yabancı ve radikal bir şey değildi aslında. Benden üç yaş büyük Demet, tam da benim yaşlarımdayken aynı şeyi yapmış ve aileden tam destek almıştı zaten. Yine de bu isteğimi yüksek sesle ifade edemiyor, kimseye söylemiyordum. Bir şeyi bu kadar isteyip de neden dile getiremediğimi ise hiç anlayamıyordum. En çok Demet ısrar ediyor, artık kendi düzenimi kurmam gerektiğini tekrarlıyordu. Cevaplarım hep aynı oluyor: "Benim keyfim gayet yerinde burada, gerek yok" diyordum.

İsteğimin beni ikilemde bıraktığı, bir şeyi çok isteyip de yapmamak için ayak sürüdüğümde ise hayat devreye girdi.

Hayat garip, başlı başına bir muamma...  Bir ömrü onu planlamakla geçirip duralım, sonunda hayat bizi mutlaka olmamız gereken noktaya getiren gizli bir güç bana göre. Kullandığı silah ise tesadüf. Bazen bazı olayları öyle eş zamanlı koyuyor ki önüne adına tesadüf diyoruz ama resmen hayatın müdahalesinin adı tesadüf, şimdi artık buna çok inanıyorum. 

İşte tesadüf bu ya ben yuvadan havalanıp, kendi kanatlarımla göreceli daha da yukarılara uçmak istediğim aynı zaman diliminde, babam da kendi dünyasında enteresan bir döneme giriyor, kendi derinliklerindeki karanlığa ilerliyordu. 

Hayatı boyunca çok çalışan ama son yirmi iki sene boyunca çok daha fazla çalışan babam Hükümet Tabipliğindeki görevinden emekli olmuş ve evde çok daha fazla vakit geçiriyordu. Şaka değil, abartı yok; son yirmi iki sene boyunca gündüzleri Hükümet Tabibliği, akşamları ise aileye ait özel sağlık evinde, 360 gün, bayram seyran demeden çalışan babam sanırım bir an ayağının kayıp bir boşluğa düştüğünü hissediyordu. Dile kolay bir ömür boyu tek bir amaç uğruna çalışan bir adam artık kimsenin ona ihtiyacı olmadığını hissedip kendini işe yaramaz görüyordu. 

Şen şakrak ama arada bir de aslan gibi kükreyen koca adam annem ile gözlerimizin önünde daha da sessizleşiyor, bizi şaşırtıyordu. Sanki hiç hata yapmamaya çabalıyor, göze batmamaya çalışıyordu. "Ama baba" ile başlayan her cümleyi "özür dilerim" diye cevaplıyordu. Başta şaşırdığımız bu durum gün geçtikçe bizleri telaşlandırıyordu. 

Babamın bu ansızın değişimi beni korkutuyor ve annemin haline çok üzülüyordum. Annemle sessiz bir anlaşma yapmış gibi bir süre evdeki durumu dışarıdan kimseyle paylaşmıyor, bir şekilde çözümleyeceğimizi düşünüyordum. Komiktir ki bunlar yaşandığında babam henüz altmış, annem elli dokuz yaşında dinç ve genç insanlardı ama o zamanki kafamla artık yaşlandıklarını ve orada onlarla durduğum sürece sorun olmayacağına inanıyordum. 

Anne babasını kendisi yetişkin olduğu yaşlarına kadar yaşayabilen şanslı insanlar ne demek istediğimi çok iyi anlayacaklar; her çocuk bir gün anne babası ile yer değiştirdiğini hissediyor. Bu değişim de yavaş yavaş değil aniden oluyor, nereden geldiği anlaşılmıyor.

Sanki sadece kendi görevlerinden mesul bir çocuk gibi girdiğin yataktan, ertesi sabah onların sorumluluklarını alan yetişkin olarak kalkıyorsun. Onlar senden beklemiyor ve asla istemiyorlar ama elinde değil, bir evlat olarak sorumluluklarını alıyorsun. Onları sanki bir gece öncesinden daha çok merak ediyor, tıpkı onların senin için telaşlandıkları gibi onlar için telaşlanıyorsun. Hayatlarını kolaylaştırmaya, onları korumaya çalışıyorsun. Resmen uyandığında onlar çocuk, sen ebeveyn oluyorsun. Üzerindeki etki ve güçleri sabit ama elleri ve kolları sen oluyorsun.  

Bütün bu istek, değişim ve telaş aynı döneme düşüyor ve ben isteğimi ertelemek zorunda olduğuma inanıyordum. Aksi ise bencillikmiş gibi görünüyor, hayalleri başka bir bahara erteliyordum. Sanki ertelemenin sonu yokmuşcasına... Sanki bugün ertelediğim yarın olacakmışcasına...

Ancak annemle sessiz şaşkınlığımız telaşa, telaş ise artık endişeye dönüşmeye başladığı bir ayın sonunda durumu diğer kardeşlerimle paylaşıyor ve babamın bir psikolog ile görüşmesi gerektiği kararına varıyorduk.  Bizde işler böyle yürüyor; ağrıyan yerin vücudunsa doktora, ruhunsa psikologa gidiyorsun.   Babayı ikna etmemiz zannettiğimizden kolay oluyor ve efsane görüşme bir süprizle son buluyordu.

Babamı gören psikolog, babamda hiçbir sıkıntı olmadığını, bunun normal bir geçiş dönemi olduğunu ve kendisine bir daha görüşmelerini gerektirecek bir durumu olmadığını anlatıyordu. Yeni hayatının keyfini sürmesini, yeterince çalıştığını, bundan böyle kendine yeni hobiler bulmasını tavsiye ediyordu. Çocukları için şimdiye kadar yaptıklarının yeterli olduğunu, artık karısı ile yeniden başladıkları noktaya geri dönüp hayatını dilediği gibi yaşamasını, bunun da en doğal hakkı olduğunu hatırlatıyordu. En son cümlede de "O Deniz de artık evden gitsin, sizi baş başa bıraksın" diyordu. 

Babam, bu kısacık görüşmeden gayet memnun çıkıyor ve şaşılacak bir şekilde eski haline dönüyordu. Muhtemelen günlerce ve gecelerce bizim kafamızı kurcalayan aynı kaygılar onu da rahatsız etmiş ve kendisinde bir şey olmadığını duymak ona rahat bir nefes aldırmıştı. Sanki evden çıkan düşünceli adam o değilmiş gibi, eve şen şakrak hali ile eve dönüyor ve şayet tek başıma yaşama gibi bir arzum varsa kendileri için hiçbir sıkıntı olmadığını söylüyordu. Benim aylarca dile getiremediğimi, babam öylece, rahat ve emin ve belki de benden bile daha istekli söyleyiveriyordu. Ben duyduklarıma inanamıyor ama daha da fazla kurcalamadan ev aramaya koyuluyor ve sonunda kendi evime taşınıyordum. Hem de komik bir şekilde, bir doktor tavsiyesini alan baba teklifi ile.

Hikayenin sonunda ben kendime taşınıyor ve çok mutlu oluyorum. On sene tek başıma yaşıyor ve on senelik yalnızlığın sonunda evimi ve hayatımı paylaşacağım adamın nasıl olması gerektiğini anlıyorum. Sonunda aradığımı bulup kendi ailemi kuruyorum. 

Annemle babam, evden ayrılmam ile birlikte gerçekten yeniden kendi dünyalarını kuruyorlar. Otuz altı seneden sonra yeniden baş başa kalıyor ve birlikte çok eğleniyorlar. Hepimizin elleri hepimizin üzerinden hiç eksilmiyor, ama birbirimize uzaktan mukayyet oluyoruz.

Şimdilerde bana göre komik bu hikayeyi düşününce aklıma bin tane şey geliyor, ileride oğluma anlatsam kendisine şunları söylerdim diyorum:

Bazen kendimize yaşamda belirlediğimiz amaçlar varoluş sebebimiz oluyor, ulaşınca boşluğa düşüyoruz, düşmemek lazım. Her son yeni bir başlangıç aslında.

Bazen çok istediğimiz bir şey aynı zamanda gözümüzü korkutabiliyor ama korkmamak, mutlaka denemek lazım. Gözünde canlandırabilecek kadar hayal ediyor ve istiyorsan bir şeyi, hayat zaten seni oraya götürecek, boşuna zaman kaybetmemek lazım.

Bazen dışarıdan üçüncü bir göz, senin göremediklerini çok daha rahat görüp yol gösterebiliyor. Arada sırada diğerlerini dinlemek lazım.

Bazen birilerine yardım etmek ve korumak için çok da dibinde durmamak, ona kendi hareket alanını sağlamak, onun her şeyi yapabilecek kadar güçlü olduğunu hatırlatmak lazım.

Bazen, bu bazenleri hatırlamak; insan, hayat, yaşam amacı üzerine hep kafa yormak lazım.



52 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

TANIDIK YABANCI

Geçenlerde çok geçmişten bir arkadaşımla karşılaştım. Neredeyse yirmi yıl boyunca hiç görmediğim, duymadığım, konuşmadığım biri. Yirmi...

Comentarios


bottom of page