top of page
Yazarın fotoğrafıDeniz Poyraz Kırmanlı

DİKKAT DİKKAT!

Benim gibi gece yatmayıp, sabah kalkamayan gece kuşlarının ilacıdır güneş. Bin bir acı ve zorlukla, adeta sürünerek çıktığım yataktan, bir tek eve dolan güneş uzak tutabiliyor beni. Pırıl pırıl, açık mavi gökyüzünde ışıl ışıl parlayan güneş ile mutlu oluyor, daha bahçe kapısının merdivenlerinde yüzüme çarpan ılık hava ve gözümü alan ışıkla enerji buluyor, bugün güzel bir gün olacak diyorum. Yaz çocuğu olduğumdan mıdır nedir, bilinmez, sanki tepemde bir güneş, üzerimdeki katlar az olunca şehir de, hayat da, insanlar da daha bir güzel görünüyor gözüme. Kışın tam ortasında, sanki yeniden bahar gelmiş, sanki her şey bir nefes alıp yenilenip renklenmiş; sanki o gün hiçbir şey ters gidip, canımı sıkamaz, sanki o gün her sorunun bir çözümünü bulabilirim gibi hissediyorum.

Sokağa adımımı attığımda yan apartmanın kapıcısı Emine Hanım’ı her zaman ki duvar dibinde tünemiş buluyorum. “Günün aydın olsun Deniz, nereye işe mi gidiyorsun?” diyor, “günaydın Emine Hanım, nasılsın?” diyorum, gece boyunca ağrıyan bacaklarından bahsediyor. O bacaklar hep ağrıdığından ve onun da uzun uzun bundan bahsetmeye bayıldığını bildiğimden, “bak güneş var boş ver, ısınır kemiklerin geçer, takma kafana” diyerek yola devam ediyorum. Sokağın sonunda tanıdık yüzlere korna çalıyor, el sallıyor, selamımı alıp yokuş yukarı, hayata, herkesin birbirine her geçen gün biraz daha yabancılaştığı kargaşaya gidiyorum.

Ama tepemde güneş parlıyor, radyoda çok güzel şarkılar çalıyor, bugün kimse canımı sıkamaz, buna çok inanıyorum.

Virajlı, kör noktası bol, dar yolun karşı yönünden şuursuzca hızlı geldiği için bir araba ile burun buruna geliyor, “sabah sabah canına mı susamış bu” diyor ama sinirimi bozmuyorum. Ana caddede karşı şeride geçecekken, onun önüne bile geçmeyecekken, sadece iki metre daha ilerleyeceğim diye yol vermek aklının ucundan bile geçmeyen düşüncesizin yolumu kapamasına ve buna rağmen üzgün olduğunu gösteren en küçük bir jestte bile bulunmamasına şaşırıyor, “yuhhh ya, hiç mi aklı çalışmıyor bunun?” diye söylenip, gereksizce bekliyorum. Canımı sıkmayacak ve daha yeni de başladık ya güne, belki de o da benim gibi sabah insanı değildir, belki dalmıştır, belki görmemiştir beni diye kendimi telkin ediyorum. Yolda karşıdan karşıya geçen bir yayaya yol vermek için duruyor ama yavaşlamamla arkamdan korna yemem bir oluyor.” Ne acelen var, hayatından bir dakika gitti diye mi bütün bu telaş?” diye söyleniyor, yoluma devam ediyorum.

Gün boyu oradan oraya koşturuyor, telaşlı insanların arasına bir hareket de ben katıyorum. Trafikte biri sinyal bile vermeden önüme atlıyor, bir diğeri sırf kadın olduğum için sıkıştırmaya kalkıp, üzerine kırdığım araba ile tırsıp tırıs tırıs yolumdan çekiliyor. Bir kasada işlemimi yapan kasiyer, “çok acelesi!” olduğu için bir hemcinsim tarafından taciz ediliyor; iç ses “sen o taşlı Chanel’lere yatıracağına paraları, önce git bir göz doktoruna görün, kör müsün? ” diyor, ama dışarıdaki görüntüm, yüzüne bile bakmıyor, görmemezlikten geliyor. Yemek sipariş ediyor, yan masadaki adamın, sırf garson diye terbiye sınırını aşan davranışları için, içimden “öküzsün işte!” diye geçiriyor, dışarıdan duymamazlığa geliyorum. Bakmıyorum bile olduğu tarafa, zira gözlerimden anlar hakkında düşündüklerimi, bazı insanlar ile muhatap olmak bile gereksiz diye düşünüyorum. Bir asansöre biniyor, içerdeki tanımadıklarıma “iyi günler” diliyor ama aldığım bir çift donuk bakış ve koca bir sessizlik oluyor, şaşırıyorum. Birinin peşi sıra bir kapıdan giriyor, ama yüzüme kapanan bir kapı ile çarpışıyorum. Tepede güneş var biliyorum, bugün her şey renkli, bugün her şey güzel biliyorum ama çevremde gördüğüm insanlara inanamıyorum. Olduğum yerde duruyor, çevremin etrafımdan hızla dönmesini seyrediyorum. Insanlar, her şey hiç durmadan hareket  ediyor, nedir tüm bu insanların derdi anlayamıyorum!

Sizler bu yazıyı, hangi topraklarda nerelerde okuyorsunuz bilemiyorum ama ben İstanbul’da yaşıyor, bu satırları onun göbeğinden yazıyor ve bu yazdıklarımın da sadece bu şehre özgü bir şey olmadığına bütün kalbim ile inanarak şunu söylüyorum; ” DİKKAT DİKKAT! Dünyanın en güzel ve en zengin topraklarının birinin üzerinde ama MEDENI OLMAYAN BIR ULKEDE yaşıyorsunuz! “

Bunu söylerken de bu ülkedeki fikir özgürlüğünün olmamasından, yargı sisteminin yavaş işlemesinden, artık ilgilenin bile anlayamadığı eğitim sisteminin bozukluğundan veya adam gibi işlemeyen sağlık sisteminden değil, insanlarından , yani sizlerden yani bizlerden bahsediyorum!

Kale gibi kilitli evlerde, kapı komşularınızın kimler olduğunu bilmeden yaşıyorsunuz.

Sokağınızda, iş yerlerinizde, bindiğiniz asansörlerde bir selamınızı almayan, donuk, korkak, yabancılaşmış insanların arasında gitgide yalnızlaştırılmaya itiliyorsunuz.

Herkesin acelesi var, herkes dünyayı kurtarıyor, kimsenin kaybedecek tek bir dakikası bile yok ya, oradan oraya saldıranların, ” lütfen, teşekkür ederim, iyi günler, kolay gelsin” sözcüklerinin yer almadığı yeni dillerini öğreniyorsunuz.

Yürekleri, kilitli evlerinden de daha korunaklı, kapalı, gitgide bencilleşip, karanlıklaşan insanlar arasında yaşıyorsunuz.

Varlıklı olanların çoğu görgüsüzlüklerinden, olmayanların da cahilliklerinden mütevellit sinir bozucu konuşmalarını çekiyorsunuz.

Bu ülkede kimsenin sırada beklemeye tahammülü yok, herkes diğerlerinden daha zeki veya daha önemli ya, hep birileri önünüze geçmeye çalışıyor. Bankada, pasaport kuyruğunda veya kahve sırasında çok mecburmuşsunuz gibi hep birinin nefesinin sıcaklığını ensenizde duyuyorsunuz. Ne kadar yakın olursam, içinden geçmem o kadar mümkündür diye düşünüyor olacaklar ki nerede bir sıra, kuyruk, kalabalık var, tanımadığınız insanlar özel alanınıza resmen tecavüz ediyorlar.

Trafikte kimisi şeritten şerite atlayarak, hali hazırda kendinden içine edilmiş trafiği daha da derin bir keşmekeşe çekiyor, kimisi vızır vızır emniyet şeritlerini kullanıyor, kimisi de hayret verici bir şekilde arkadan can çekişen ambulansa bile yol vermiyor. Yayayı görünce yavaşlayacağına daha da gaza basıp, ondan önce geçmeye çalışan arabalar ve kırmızı ışıklarda, otobanlarda karşıdan karşıya geçmeye çalışarak kendi hayatı ile birlikte sizinkini de söndürmeye yemin etmiş yayalar arasında nefes alıyorsunuz. Her gününüz pamuk ipliğine bağlı, karşınıza çıkabilecek bir manyağın, bir kabanın, bir şuursuzun hareketleri ile ilintili, kelle koltukta yaşıyorsunuz.

Lafa gelince, toplumun yarısı “temizlik imandan gelir” diyor, diğer yarısı “Türk temizdir, çalışkandır” diye inanıyor ama ortak kullanılan tuvaletlerdeki haller nedense içler acısı ve mide bulandırıcı oluyor. Bugün hala en pahalı restoranların bile kadınlar tuvaletlerinde, bilgisayar çıktıları ile “neleri yapmamaları gerektiği! ” yazıyor ve bir kere daha paranın satın alamayacağı şeyler su yüzüne vuruyor.

Karşına alıp oturtsan, belki iki cümleyi bir araya getiremeyecek insanlar, bilgisayar başlarında aslan kesiliyor, bir cesaret geliyor, ağzına geleni olduğu gibi koyuyor ortaya, dehşet veriyor.

Örneklerim çok, yazsam daha sayfalar yetmez de biz geliştikçe, ilerledikçe, imkanlarımız arttıkça nasıl oluyor da hep yerimizde sayıyor ve insani değerler açısından her geçen gün bir adım daha geriye atıyoruz onu anlayamıyorum. Ortak yaşanan alanlarda nasıl oluyor da bu kadar saygısız olunabiliyor, onu algılayamıyorum. Bunun eğitim ile, para ile pulla da alakası olduğuna inanmıyor, içimizdeki insanlıkla ve mevcut sistemin tam anlamı ile oturtulamamış olması ile ilgili olduğunu düşünüyorum. O çok hayranlıkla baktığınız gelişmiş ülkelerde de toprakla uğraşan köylü aynı köylü, cahil aynı cahil, görgüsüz aynı görgüsüz, özel hayatlarında buradakilerden farklı yaşamıyor, hiç de farklı hareket etmiyorlar ama işte toplu yaşam alanlarında meydana çıkıyor bizimkilerden farkları; çünkü hepsi kurallara uyuyor, bir başkasının hakkına tecavüz etmiyor, sen benim kim olduğumu biliyor musun edası ile ön sıralara geçemeye çalışmayıp sıralarının gelmelerini bekliyor. Çünkü bu onlara öğretiliyor, çünkü aksini yapmak akıllarına bile gelmiyor, çünkü orada kimse kendine yapılmasını istemediğini, başkasına yapmayı tercih etmiyor.

Biliyorum birçoğunuz bu satırlarım için bana hak verecek, aynen benim gibi düşündüğünüzü söyleyeceksiniz ama bundan önce bir düşünün bakalım, siz en son ne zaman bir yayaya yol, en son ne zaman tanımadığınız bir insana selam verdiniz, en son ne zaman arabanızı park ederken, tuvaletten çıkarken, bir kapıdan girerken arkanızdan gelen veya gelecek olanı düşündünüz? Bana hak mı veriyorsunuz, o zaman medeni bir ülkede yaşamak istediğinizi ve bunların da sizlerden başladığını gösterin. Gösterin Allah aşkına ki ben de bir asansörde benim ile baş başa kalıp da ezişen, büzüşen adama ” ne oldu hacı? şimdiye kadar kimseyi yediğim görülmedi daha, rahat ol!” diye geçirmeyeyim içimden, ayrılırken kendisine dilediğim iyi bir günün cevabı “boş boş bakan bir çift göz, koca bir sessizlik” olmasın. Gösterin ki güneşle parlayan güzel günüm, sizler sayesinde bozulmasın…

15 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

TANIDIK YABANCI

Geçenlerde çok geçmişten bir arkadaşımla karşılaştım. Neredeyse yirmi yıl boyunca hiç görmediğim, duymadığım, konuşmadığım biri. Yirmi...

Comments


bottom of page