top of page
Yazarın fotoğrafıDeniz Poyraz Kırmanlı

SERVET

Güncelleme tarihi: 6 Kas 2018

Babamızın öldüğünü başkalarından duymadık biz çünkü o anda, ona eşlik ediyor, son nefesinde elini tutuyorduk çaresizce...

Bilincinin ara ara geldiği son beş gününde, hayattaki en kıymetlisi annem ve tüm can verdikleri ,yani bizler, başucunda nöbet tutuyor; yanından bir an olsun ayrılmıyorduk. Kimimiz elini tutuyor, kimimiz güzel başını okşuyor, kimimiz kulağına sevgi sözcükleri fısıldıyorduk, durmaksızın. Hiç yanından ayrılmıyor, onu ne kadar çok sevdiğimizi bilerek gitmesini istiyorduk. Tüm benliğini ve sevgisini koyarak yarattığı bu kaya gibi sağlam aile için, ondan vazgeçmenin ne kadar imkansız, ne kadar zor olduğunu hissetmesini diliyorduk. Korkuyorsa da korkmamasını sağlamaya çalışıyor, kendimizce kendisine güç veriyorduk. Varlığımızı hissetsin diye o narin ellerini hiç boş bırakmıyor, öpüp okşamalara doyamıyorduk. O da hep bizim elimizi tutmak istiyor, bunun ona iyi geldiğini gösteriyordu bir şekilde.

Bazen en çok sevdiği türküleri dinliyorduk beraberce, belki duyarsa hoşuna gider diye şarkılara eşlik ediyorduk seslerimiz boğuk, gözlerimiz yaşlı, bazen de anılar anlatıp kahkahalar atıyorduk delice. Başucunda, hem gülüp hem ağlıyorduk ve bunun da adına "hayat" diyorduk. En kıymetlilerimizden birinin hayatının son bulacağı o kısa zaman diliminde, hayatımızın en uzun ve en kısa beş gününde, dolu dolu, hayatın ta kendisini yaşıyorduk yani.

Gerçek anlamda hayatta en çok sevdiği yerde yani evinde , kendi yatağında bilinçsizce gözleri açık yatıyor ve o oda hiç boş kalmıyordu. Göz bebekleri devamlı hareket ediyor, sanki tavanda ona bir şeyler gösteriliyordu da o da onları seyrediyordu. Sevenleri gelip veda ediyor, bolca dualar okunuyor, huzur bulması dileniyordu. Çok sevdiği iki küçük kardeşi hiç başından ayrılmıyor, göz yaşları sel oluyordu.

Sanki yine babalık yapıyor, yattığı yerden en çok sevdiklerini ve tüm hayatını verdiklerini bu kaçınılmaz ayrılığına hazırlıyordu.

Sanki bir yandan ara ara uyanıp huzurlu olduğunu, ağrısı olmadığını anlatıp eriyen içlerimizi rahatlatıp bize güç veriyor bir yandan da bizden güç alıyordu. Yine babalık yapıyor, bizlere bu hayat ile ilgili bilmemiz gereken son şeyi, ölümü öğretiyor ve daha önce kimsenin yapamadığını yapıp adeta bizleri ölümle ilgili korkularımızdan arındırıyordu. Bir bebek olarak geldiğimiz bu dünyadan yine aynı saflık ve güzellikle, bir bebek gibi ayrıldığımızı kanıtlıyordu inanılmaz bir şekilde.

Yıllarca karşılıksız ve sonsuz verip içlerimize işlediği sevginin ne kadar güçlü bir duygu olduğunu ve birini bu kadar sevdiğinde, onun için yapamayacağın hiçbir şey olmadığını kazıyordu derinden izler bıraktığı benliklerimize.

Yıllarca her birimizin doğduğu anlarda olanları, dakika dakika hafızasında taşıyan ve her seferinde bize eksiksiz anlatan babam, kendi ölümünü saniye saniye belleğimize işliyordu nazikçe...

Beklemek hep zordur zaten ama hiç bilmediğimiz, tanımadığımız bir şeyi beklemek ne zormuş onu öğreniyorduk çaresizce. O anın geldiğini nasıl anlayacağımızı ve o anda ne yapacağımızı hiç bilemiyor, sadece bekliyorduk... 

Ama varoluş sebebin ve seni sen yapan benliğinin en önemli parçalarından birini; damarlarında kanını, ruhunda ruhunun izlerini, kalbinde sonsuz sevgisini taşıdığın birini, dünya bir yana onlar bir yana dediklerinden birini,  yani babanı almaya geldiyse ölüm, hemen anlıyormuşsun, onu öğreniyorduk.

Önce bakışlarını sabitleyip, çok anlamlı bakmaya başladığını görüyorduk. Sonra da günlerdir hiç kapamadığı ağzını kapadığını. Fısıltı gibi bir şeyler mırıldanmaya çalıştığı ; sadece " La.." sını yakalayabiliyor,  dua etmeye çalıştığını düşünüp, onun yerine sessizce tekrarlıyorduk . 

Herkes, tüm sevdikleri, en çok sevdikleri, tüm hayatını verdikleri, asla vazgeçemeyecekleri eksiksiz dört bir yanında duruyor, sessizce gidişine el veriyordu. 

Bir ara Demet "Baba ne olur gitme!" diye adeta yakarıyor çaresiz, kanadı kırık ama hemen sonra gidişi huzurlu, ruhu ferah olsun diye o da yeniden sessizleşiyordu. Ben sağ tarafında neredeyse göğsünde yatıyor, sağ elini tutuyor, sağ kulağına fısıldıyordum. Hemen arkamda Filiz sağ bacağını okşuyor; kızlarından hiç ayırmadığı ve gönülden sevdiği gelini Asiye tam ayak ucunda duruyordu. Sol elini en çok sevdiği kuzenlerimden Murat tutuyor, Demet ile abim ise tam onun başında duruyordu. Başını küçük halam bekliyor, eniştem odanın bir köşesinde, hemen yakınında duruyordu. En kıymetlisi, hayattaki gerçek anlamdaki tek ve en büyük aşkı annem bir tık uzakta, koltukta inanamazcasına ağlıyor, Azra'nın elinden güç almaya çalışıyordu. Hepimiz oradaydık; sessiz, çaresiz, bitap...

Hepimiz orada beklediğimiz, bildiğimiz sonu yaşıyor ama yine de inanamıyorduk.

Dudakları kapalı, bakışları anlamlı, sevgi içinde verdi son nefesini; tertemiz, yumuşacık, tüy gibi..  Ne bir ses çıkardı, ne bir titreme oldu, ne de gözünden bir damla yaş aktı. Öylece gitti... Eli elimde , dudaklarım kulaklarında, sessizce boşalan gözyaşlarım yanaklarında gitti babam.

Ve tam o sırada bir çığlık kopuyordu odada. Hiç duymadığım kadar yüksek ve sessiz bir çığlık kopuyor ve çığlıkla beraber bedenlerimizden de bir parça... Görünen o ki o parçanın da yeri asla dolmuyor, içinin bir tarafı hep boş kalıyor ve bunun da adı "özlem" oluyordu. 

Babam ölüyor, odada sessiz bir çığlık kopuyor, etrafımdaki herkesin yüz ifadesini hafızama kazıyordum. Garip bir şekilde her birininkinin birbirinin aynısı olduğunu görüyor ama bugün hala "Ah, keşke annemin bakışlarını görmeseydim!" diyorum. Onun, bu kadar aynı olup,bu kadar farklı ve güçlü olan ifadesini hala aklımdan çıkaramıyorum.

Babamızın ölümü sürpriz olmadı bize çünkü hastaydı ve konduramasak da sonu biliyorduk. Doktor üç ay ömür vermişti kendisine , o dört ay dokuz gün yaşadı. Durumunu bilmesini, günlerini ölümü bekleyerek geçirmesini istemedik; söylemedik kendisine. Birlikteki son dört ayımızı daha çok anı biriktirmeye, her dileğini yerine getirmeye çalışarak geçirdik kendimizce. Bir doğduğu topraklara dönüp, babaannesinin mezarını güzelleştirmek, bir Bodrum'daki günlerini hep bir arada geçirmek bir de son zamanlarında Istanbul'daki evine dönmek istedi, başka da bir şey söylemedi. Hayatta hiç kalıcı bir keşkesi olmadığını ve bize sahip olmak istediği her şeyin yanıbaşında olduğunu gösterdi.

Doğduğu topraklara gitti, babaannesini ziyaret etti; sanki başladığı noktaya veda etti. 

Yorgun vücudunu dinlemedi, kilometrelerce yol katedip Demet ile benim doğduğumuz ve hiç görmediğimiz evlerin fotograflarını çekti. Sanki bizim de başladığımız noktaları bilmemizi ve o doğum hikayelerimizdeki eksik parçayı yerine koymayı istedi. Çünkü onunla beraber o evlerin de yeri silinecek, bir daha da asla bilinemeyecekti.

Biz onunla daha çok anı biriktirmeye çalışıp, videolar, fotograflar, ses kayıtları çektik, o da hep birbşeyler anlattı, biz dinledik. Babamla beraber hayatın aslında anılardan ibaret ve yaşama dair biriktirdiğimiz her anının ne kadar kıymetli olduğunu öğrendik. 

Durumunu hiçbir zaman ona söylemedik ama kendisi hissediyor muydu onu da hiçbir zaman bilemedik. Çünkü ara ara geleceğe dair baba nasihatları verdi, sürekli geçmişimizden bahsetti, yapılmasını istediği bazı şeyleri üstü kapalı dile getirip satır aralarında bazılarımızı bazılarımıza emanet etti. Oturdu, iki buçuk yaşındaki oğluma, iki tane mektup yazıp postaya verdi. Sanki o da benim gibi, ailede onu tam olarak hiç hatırlamayacak tek kişinin o olduğuna üzülüp ona kendinden, kendi el yazısı ile, dokunabileceği bir iz bırakmak istedi. 

Neredeyse hiç yanından ayrılmamızı istemedi, sürekli uzakta olanımızın dönmesini bekledi. Bu hali de bana hep içimizden biri uzaktayken ona bir şey olmasından korkuyormuş hissini verdi. Ben gittim beni bekledi, Demet ile Eylül gitti onları bekledi, en son Oğuz gitti onu bekledi. Her dönüş; sevinç, özlem ve gözyaşı dolu oldu ama en çok oğlunun yokluğu, oğlunun özlemi eritti onu. Bu mecburi ve kabul edilemez ayrılık ona ağır geldi çok ama yine de yılmadı, bekledi. Onun o bekleyişindeki telaşı, üzüntüsü, özlemi ve yeniden kavuşma anındaki sevinci ise her birimizin ruhunda silinemez bir iz bıraktı. O son bayramımıza denk düşen kavuşma anında ise yine hem gülüp hem ağladık ve bu sefer de babam ile son kez, hayatı dolu dolu yaşadık. Sanırım en çok onun bunları yaşamış olmasına dayanamadık ve bunun da adının  "hüzün" olduğunu anladık.

Biz babama sayılı günleri olduğunu hiç söylemedik ama o zamanının yaklaştığını hissedip bilincinin kapanmasından tam birkaç saat önce hepimiz ile tek tek vedalaşıp bizleri ne kadar çok sevdiğini söyledi. İfadeleri net, sözleri sevgi doluydu. Biz o saatlerde bilmiyor, hiç de konduramıyorduk ama sanki o, o geceden sonra bir daha bilincinin bu kadar açık olmayacağını biliyordu.

Babam söylemek istediği her şeyi söyledi ve söylemek istediğimiz her şeyi de duyarak, istediği gibi evinde,  en büyük aşkı, tüm çocukları ve torunlarının yanıbaşında sevgi içinde gitti. Çok fazla sevdi, en az o kadar da sevildi. 

Takvim 3 Ekim 2016, Pazartesi gününü saat ise tam 16:00'yı gösterdi.



324 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

TANIDIK YABANCI

Geçenlerde çok geçmişten bir arkadaşımla karşılaştım. Neredeyse yirmi yıl boyunca hiç görmediğim, duymadığım, konuşmadığım biri. Yirmi...

Comments


bottom of page