top of page
Yazarın fotoğrafıDeniz Poyraz Kırmanlı

SEVMEDİĞİM ŞEYLER

Şimdi yazacaklarım hakkında herkesin bir fikri var ki bu güzel. Üstelik herkes kendi fikrinin doğru olduğuna çok inanıyor ve şiddetle onu savunuyor ki bu da çok normal.

Ama hiç kimsenin kendininkinden farklı bir düşünceyi duymaya bile tahammülü yok ki zaten bu da bu yazının konusu...

Kimileri politika konuşmayı, politik kitap ve makaleler okumayı, politika üzerine yazmayı sever; ben sevmem. Kimilerinin siyaset bilimine karşı özel ilgisi vardır; benim ilgi alanlarım farklı, yani benim öyle bir ilgim yok. Kimilerinin ilgisinden dolayı bilgisi de fazladır; son üç, dört senedir daha çok okuyorsam da açıkçası benim öyle engin bir bilgim de yok.

Tam bir Atatürkçü ve efsane muhalif bir babanın, apolitik yetişmiş kızıyım. Özellikle öyle yetiştirilmedim, kendi tercihim. Yoksa babam bayılırdı politika konuşmaya. Her daim ülkenin konuşulduğu bir evde büyüdüm ben. Her dost meclisinin, her aile yemeğinin vazgeçilmez konusu idi dünya ve ülke meseleleri. Babam; bugünden başlar, geçmişe uzanır, Atatürk dışında herkesi eleştirir, kelimenin tam anlamı ile karşısındakini dellendirir ama kimseyi de düşüncesinden dolayı silmezdi. Mesela abim Oğuz politikaya bayılarak büyüdü aynı evde. Konuya ilgisi büyük, bilgisi derya deniz. Otursun bir anlatsın tüm Türk siyaset tarihini, anlattıklarından çok tüm o isimleri, tarihleri, olayları nasıl aklında tutabiliyor diye düşünür, çıkarımlarını hayretler içinde dinlersin. Ama işte hepimiz aynı olmuyor, aynı şartlardan bambaşka bireyler olarak çıkıyoruz. Ben siyaseti sevmiyor, hala ve ısrarla vatandaşlık görevimin oy vermek, çalışıp üretmek, vergisini verip vatanıma hizmet etmekten ibaret olması gerektiğini düşünüyorum.

Bu konuda da tek olmadığımı biliyor, yetmişli yıllardan itibaren doğan birçok Türk gencinin benim gibi politikadan uzak büyüdüğünü ve yakın bir geçmişe kadar da kendisine hayatlarında çok yer vermediğini düşünüyorum. Ama şartlar değişiyor, konuların ucu hepimize değiyor ve politika önce yavaş yavaş her birimizin evine, sonra tüm benliğimize giriyor.

İnsanlar ölüyor, ruhumuza değiyor.

Bombalar patlıyor, en büyük korkumuza değiyor.

Piyasalar duruyor, yaşamımıza değiyor.

Hal böyle olunca da yok ben sevmiyorum, hiç ilgimi çekmiyor diyemiyor, olan biten her şeyi takip ediyorsun. Daha çok okuyor, geçmişi araştırıp bugün ile karşılaştırıyor ve gelecekte olabilecekler hakkında varsayımlarda bulunuyorsun. Mesele can güvenliği, ülke ekonomisi, yaşam tarzları, sistem vs olunca; küçük çocuğu olan bir anne, şirket sahibi bir işveren ve vatanını seven bir birey olarak hoşuna gitmese de işin içine giriyorsun.

Mesela bizim evde artık durum şudur; her gece oğlanı yatırdıktan sonra karı koca hava almak için çıktığımız balkon sohbetlerimizin ana konusu mutlaka ve mutlaka ülke gündemi oluyor. Önceleri filmlerden, işlerden, seyahat veya arkadaş haberlerinden bahsederken, şimdi kendimizi ülke meselelerini konuşurken buluyoruz. Şaşırmıyor ve keyif alıyorum dersem büyük yalan ama aksini yapmak da büyük kayıtsızlık olurdu. Kim ne demiş, ne yapmış, ne yazmış onu konuşuyor, insanların vermiş oldukları tepkileri tartışıyoruz. Yeni yeni haşır neşir olduğum ülke politikası yetmiyor, başka ülkelerin bizim üzerimizde etkisi olabilecek dış politikaları üzerine de konuşup, ‘şahtık şahbaz’ oluyoruz. Bir terör haberi ise gündem, üzüntüden kahroluyor, üzerine konuşacak bir şey bulamıyoruz. Resmen bir hüzün çöküyor karanlık balkona, dışarıdaki güzelliğe dalıp, yazık günah bu güzelim ülkeye ya, diyoruz. En çok da insanların bu derece kutuplaşmasına, her geçen gün birbirinden daha çok uzaklaşmasına şaşırıyor, kızıyor ve anlayamıyoruz.

Ve bu konuda tek de olmadığımı biliyor, artık herkesin ilk önceliğinin ülkemizin durumu ve geleceği olduğunu düşünüyorum. 

Herkesin inandığı ve şiddetle savunduğu bir fikrinin olmasının çok normal ama kendisinden farklı en ufak bir düşünceye tahammül bile edemiyor olmasını acayip garip buluyorum. Karşı görüşlere verilen  tepkilerin aşırılığına hayret ediyor, ortalığı kasıp kavuran öfkenin tedirginliğini yaşıyorum.

En çok da, herkesin kişisel hak ve özgürlükleri için verdiği bu savaşta, farklı düşünenlerin de aynı haklara sahip olduklarını anlamamalarına şaşırıyorum. En çok bu garip geliyor bana; hepimiz demokrasi istiyoruz ama kendimiz demokrat olamıyoruz. Hepimiz inandığımız doğrularımızla, istediğimiz yaşam tarzlarımızla, özgürce, korkmadan, ürkmeden, adaletli  ve güven içinde hayatımıza devam etmek istiyor, ama diğerinin de buna hakkı olduğunu kabul etmiyoruz. Sanırım herkes sadece kendileri gibi olanlarla dolu bir hayat istiyor ama öyle de bir dünya yok, çok iyi biliyorum. 

Her gün gazete haberleri ve sosyal medya iletilerinin altına bırakılan yorumları okuyor ve gerçekten inanamıyorum! Belli ki birinin yüzüne söylemekten daha kolay klavye şövalyeliği yapmak, tüm öfke ve nefretini kusmak. Belki yüz yüze olsalar; orada yazanın yarısını atacak, yüzüne karşı bela okumayacak, aşağılamayacak, hakaretler, tehditler savurmayacak ama işte karşısında değil ya yazıyor ve öylece ortaya bırakıyor, ona şaşırıyorum. Bıraktığı ile de öfke yayıyor, nefret yayıyor, huzursuzluk yayıyor. İnsanlar her geçen gün okudukları ve yazdıkları ile diğerlerinden uzaklaşıyor, diğerlerinden uzaklaştırıyorlar.

Hâlbuki, hangi düşünceyi savunuyor oluyorsak olalım, hepimiz aslında aynı şeyleri istiyoruz. 

Hepimizin önceliği huzurlu, güvenli ve güçlü bir ülkede yaşamak. Kimseye el açmadan, muhtaç olmadan ailemizi geçindirmek, daha güzel ve rahat hayatlar yaşamak istiyoruz. Çoluğumuzu çocuğumuzu istediğimiz gibi büyütüp, onlara güzel bir gelecek vermek istiyoruz. Yediğimize, içtiğimize, giydiğimize karışılmasın, görüntülerimizden dolayı haklarımız elimizden alınmasın istiyoruz. İnancımız sorgulanmasın, dinlerimize dil uzatılmasın istiyoruz. Yaşam tarzlarımız hakkında ileri geri yorumlar yapılmasın, vazgeçemeyeceklerimize dokunulmasın, inandığımız değer ve kişilere laf atılmasın istiyoruz. Hepimiz korkusuzca dolaşabildiğimiz sokaklar, can güvenliği, huzur istiyoruz. Daha fazla gözyaşı, yas, hüzün olmasın istiyoruz. Hepimiz inandığımız şekilde, özgürce yaşamak istiyoruz. Adalet istiyoruz, refah istiyoruz, iş istiyoruz. Kısaca gelişmiş, zengin, güçlü ve demokratik bir Türkiye istiyoruz. 

Ve yine iddia ediyorum ki, fikir ve yaşam tarzlarımızdan dolayı birbirimizden çok farklı olduğumuz insanlardan zannettiğimiz kadar uzak değiliz. Hepimiz aynıyız. Hepimiz önce insanız. Etten, kemikten ve aynı nefesten ibaret bir duygu seliyiz. Hepimiz canımız yandığında ağlıyor, hepimiz mutlu olduğumuzda gülüyoruz. Sebepleri ne kadar farklı olursa olsun, hepimiz hayatta hep aynı duyguları yaşıyoruz. Yaşadığımız her duygunun üzerimizde bıraktığı kalıntı da hep aynı oluyor "ben" oluyoruz. 

Belki yaşlanıyorum, belki yaşadıklarımdan kalanlar, belki doğurduğum için, ya da babam öldü ondandır bilmiyorum ama artık hayatta doğum ve ölümden başka mutlak gerçek yok diye düşünüyorum. İkisi arasında geçen her şey, herkes için, her an değişebilir, kabul et diyorum. Vazgeçemeyeceğim değerlere, aklıma ve ruhuma uymuyorsa, ‘farklı işte’ uzatma diyorum. Ama asla nefret etmiyor, yok saymıyorum.

Malum önümüz referandum, önümüzdeki günlerin heyecanlı, gündemimizin kalabalık olacağını düşünüyorum. Ve bu süreçte insanlarımızın biraz sakin, biraz hoşgörülü olmasını diliyorum. Beyaz camlardan öfke dalgalarının yayılmamasını istiyorum. Çünkü insanların bu kadar öfkeli, düşüncesiz ve hoşgörüsüz olmasına dayanamıyorum. 

Unutmayalım ki, hepimiz kendi inandığımız yolda yürüyecek ve sonuç ne olursa olsun yine de bir arada yaşamaya devam edeceğiz. Unutmayalım ki, bu ülke neler görmüş, neler geçirmiş. Zor görünse de bu dönemeçten de geçeceğine inancımızı, ülkemizin geleceği adına ümidimizi asla kaybetmeyeceğiz. 

Tüm kalbimle inanıyorum ki, farklılıkları ile vatanımızın bütünlüğü asla bozulmayacak ve umarım hayırlısı olacak...  

53 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

TANIDIK YABANCI

Geçenlerde çok geçmişten bir arkadaşımla karşılaştım. Neredeyse yirmi yıl boyunca hiç görmediğim, duymadığım, konuşmadığım biri. Yirmi...

Comments


bottom of page