top of page
Yazarın fotoğrafıDeniz Poyraz Kırmanlı

Yuhhh Desem Sana!

Yaklaşık 3 hafta kadar önce bir partide, çokça sevdiğim renkli bir karakterin, senelere meydan okuyan yaş almasını kutluyoruz. Neşemiz yerinde, halet-i ruhiyemiz keyifli, sanki mesele önceliklerimiz değilmiş gibi numara yapıp, her konuşmanın başında tüm suçu hayat koşuşturmasının üzerine atıp, uzun zamandır göremediklerimizle hasret gideriyor, aralarda da yepyenileri ile tanışıp sosyalleşiyor; eğleniyoruz yani.

Ev sahibesi canlı olunca, ortam da tabii ondan hallice oluyor. Gruptan gruba, konudan konuya atlarken, gecenin sonuna doğru 4-5 kişilik bir kız grubunun ortasına düşüyoruz. Ve bir araya gelince ne konuşur kadınlar; tabii ki ağdalı bir “ilişkiler” sohbetinin içinde buluyoruz kendimizi. Aralarından tanımadığım kız, birkaç giriş cümlesinden sonra, lök diye medeni durumumu soruverince ben bir afallıyorum. Ama sevmediğim ve içimden konuşmak gelmediği bir konu olduğundan o günlerde, geçiştiriveriyorum. Ben geçiştiriyorum geçiştirmesine de onun hikayesinden kaçmamız mümkün olmuyor.

Malum çevre geniş, süre gelen hayat da Sex and the City’i aratmayacak kıvamda olduğundan; şahsen yaşadığım veya tanık olduğum, duyduğum bir sürü enteresan ayrılık ve sonrası hikayesi vardır benim. Ama o gece, bana şimdiye kadar en absürd gelen ayrılık sonrası hikayesini dinliyoruz.

Kız 38 yaşında. Kolej+iyi bir üniversite mezunu, konuşması, oturması kalkması yerinde, “düzgün” bir kız.Bir adamla birlikte oluyor, ama ne oluş! Adam 40 küsur yaşlarında, hali vakti yerinde, işinde başarılı, canlı, neşeli ve ilişkide acayip motive. O kadar şahane bir ilişki ki adam hasretinden işe gitmeden mutlaka sabahları kıza uğruyor, tatil programları, gelecek planları yapıyor, onu en yakınları ile tanıştırıyor vs vs vs..Eh bu zamanda böylesini bulmak kolay değil. Kız gökte ararken yerde buldum diye sevinip, ister istemez gelin güvey oluyor. Beklentileri oluşuyor, indiriyor kalkanları, daha da fazlasını istiyor. Kim istemez, kim beklemez ki?

Ancak gel gör ki hayat o kadar pespembe, belli ki adam da kızın olduğu yerde değil, ondan bin fersah uzak; kız adamı başka bir kadınla yakalıyor. Dedim ya düzgün bir kız, bir gururu var, adamdan ayrılıyor. Adam da kendinin ne olduğunun farkında ve ayrılırken ” sen belki de bu şehirde tanıdığım en düzgün kızsın ama malesef ben böyleyim ” diyor ve ilişki bitiyor. Ilişki bitiyor ama kızcağız darmadağın; her kadın gibi biten ilişkide kendini suçlayacak bir şeyler buluyor. Hayallerinden, olabileceklerden bahsedip kaybettiği güzellikler için kahroluyor.

Kız anlatıyor ve o kadar iyi biliyorum ki yaşadığı duyguyu, içim parçalanıyor. Mangal gibi yürek vardır bende de; seneler içerisinde fırtınalı ilişkilerde, çakılıp çakılıp durmuş, yere yapışmışlığım çoktur benim. Bilirim yaşanması olası güzelliklerin yaşanamamasının ne denli büyük bir acı, kimsenin göremediğini görerek, sahip olamadığın güzellikleri bilerek yaşamaya devam etmenin ne denli büyük bir ızdırap olduğunu . Bilirim hayal kırıklığının, yarım kalmışlığın, aldatılmışlığın, kandırılmışlığın ne demek olduğunu. Kız anlatıyor, zaten yaralıyım, gözlerim boncuk boncuk gayri ihtiyari soruyorum; -Ne kadar zamandır birlikteydiniz? Cevap hızlı geliyor; -3 haftadır!

Pardon? Benim gözlerdeki boncuklar kuruyor, diğerlerininkine şaşkınlık otuyor. Afallıyor yine soruyorum; - Seks mi çok iyiydi? -Yok o kadar da iyi değildi, ama o kadar ilgili ve o kadar motiveydi ki!

Birincisi bu kadınların seksi salt erkeklere ait bir olgu gibi görmesine ve ilişkide çok da önemli bir şey değilmiş gibi hareket etmesine kıl olduğumdan, ikincisi acı tarafımın yüzeye çok yakın bulunmasından dolayı kıpırdanmaya başlıyorum. Azra’nın dürtmesine ve gözlerini devirerek “sakın ha” uyarısına bile kulak asmadan, biraz hırtlığımdan biraz da gerçekten anlamaya çalıştığımdan:

- Pardon ya, nasıl yani???? Adamla sadece 3 haftadır beraberdiniz, herifi başka bir kadınla yakaladın ve üstüne üstlük seks de iyi değildi, ehhh? Sen neye bu kadar çok üzüluyorsun ki? diyorum. Bana hala gelecek planlarından, nasıl onu en değerlileri ile tanıştırdığından, ona gerçekten değer vermeseydi böyle bir şey yapar mıydılarından, olsa idi hayatın onunla ne kadar güzel olabileceğinden bahsediyor.

Kızın ilk imajı biraz şaşkoloz ve buldumcuk olarak değişip, insan sarrafı olmadığı da çok açık olduğundan, acı tarafım dağlara taşlara; yaaa sen adamın kimi kimle ne kadar sürede tanıştırdığını, onun için böyle bir şeyin önemli olup olmadığını nerden bilebilirsin ki 3 haftada? Bu bir kıstas mıdır? Senden öncekilere veya herkese yapmadığını nereden biliyorsun? diyorum ama o zaman henüz sigarayı bırakmamış olduğumdan! hem ortamı hem de kendimi daha fazla germemek için;

- Zor tabii, her ayrılık zordur ama bence “neden bana böyle yaptı?” diye soracağına yada keşkelerinde boğulacağına, Tanrı’na şükret ve “ben neden bunları ve bu duyguları yaşıyorum”diye sor, mutlaka iyi gelecektir diye bağlayıp ve daha fazlasını yüreğim kaldırmayacağından, bir iki laf geçiştirmeden sonra gruptan ayrılıp, gidiyoruz.

Yolda eve giderken, ertesi gün uçakta hep bu konuyu düşünüyorum. Kızı yargıladığımdan değil belli ki acı çekiyor, belli ki çok inandırmış kendini de “niye?” diye sorup duruyorum kendime.

Sadece bu kıza özgü birşey de değil bu durum, hepimiz, tüm kadınlar olmadık benzer yere yapışmaları yaşıyoruz, niye? En narin, en saf, en çelimsiz görünen kadın bile gerçek zorluklar karşısında dik durmayı başarıp, hayatına devam eder. Kadın yeri gelir korumak için yavrularını kaplan kesilir, yeri gelir erkeğine güç verir, bereket getirir, istese dünyayı yönetir, kariyer de yapar çocuk da ama niye ise mevzu bahis kalp ağrısı olduğunda yere yapışıverir, kalkamaz, kendine gelemez bir süre…Niye? Anladık kadının içine giren sistemine girer de Türk standartlarında ortalama 5 dakikada giren bir şeyin, o sistemden atılması niye günleri, ayları, bazılarında yılları bulur? Gerçekten niye? Gitseniz bir psikoloğa hemen çocukluk yıllarınıza, ananızla babanızla ilişkilerinize girer, orada bir travma arar ( ok mutlaka dogrudur da ), oradaki herhangi bir eksiklikten kaynaklı kaybetme, sevilmeme, bla bla bla korkusuna bağlarlar da her kadın mı aynı olur be kardeşim? Neredeyse her biri sözkonusu aşk acısı olduğunda üç aşağı beş yukarı aynı mı hisseder, aynı mı hareket eder? Niye bu kadınlar kalbini açtığını hayatının merkezine koyar, niye hemen olaya kaptırır kendini, niye 3 haftada gelin güvey olur, niye en büyük hakarete uğradığı halde hala kendini suçlayıp, kahrolur?  Niye????

Şimdi ben, 3 hafta önce bu yazıyı yazmış olsaydım, muhtemelen burada bırakır, noktayı koyardım. Çünkü o günlerde içim kıpır kıpır, ruhum hafif ve hala sigara içiyor olduğumdan yumuşaktım. Ama gel gör ki aradan 3 hafta geçti, ben sigarayı bıraktım, içimde bir canavar uyandı. Bu arada da pıt pıt önüme bir şeyler düştü, o düşenleri toplayıp, bağladım birbirine ve resim komple değişip, orataya bambaşka bir durum çıktı. Kısacası takke düştü, kel göründü..

Her hikayenin gizli kalan, anlatılmayan bir tarafı vardır ya çok değil birkaç gün sonra anladım ki; kız öyle adamı 3 haftada tanıyıp da hayatının merkezine falan koymamış. Çok daha öncesinden tanıştığı, sağolsun facebook var, çok görüşmese de bu sanal mucize sayesinde adamın içini dışını, ne kadar muhteşem bir sevgili, ne kadar şahane bir baba, ne kadar eğlenceli bir arkadaş, ne kadar başarılı ve çalışkan bir adam olduğunu görmüş; hasbel kader yollar kesişince de hop hop photoshop, eski fotograflara kendi kafasını yerleştirip o hayata girivereceğini zannetmiş. Yuhhhhh desem sana!

Bir kere daha hayattaki duruşumuzun ve başkalarının hoşuna gidecek şeyleri değil de, kendimiz olarak, istediğimiz şeyleri yapmanın ne kadar önemli olduğunu düşündüm…Al işte, bu da okumuşu, gezmişi görmüşü de artık nasıl bir toplumsal baskı, ne tür eksiklikler yaşıyorsa hayatında, sanal ortamdan tanıdığını zannettiği adamla 3 haftada hayaller dünyasına dalıp, aldatılmış olmasına rağmen hala darmadağın oluyor.

Ayol facebookun ipi ile kuyuya mı inilir şaskoloz? Biri klavye başında, istediğini istediği kadar ve istediği şekilde gösterirken, sen beyaz camın önünde kedinin ciğerci dükkanına baktığı gibi bakacak kadar, tüm algılarını, filtrelerini kapatacak kadar gerizekalı, o kadar çaresiz misin? Ve bunlardan o kadar çok var ki etrafta; herkes kendi facebook arkadaş listesindeki bir iki destansı bekarın sayfasına her gün bir iki göz atsa, hemen farkederler bu türlerin ne kadar çok olduğunu. Sözüm ona hepsi düzgün kızlar; belli okullarda, belki yurtdışında okumak, belli bir ekonomik düzeyin üzerinde olmak, belli yerlere, gidebilmek, girebilmek “düzgün ve kaliteli” olmak için yeterli bir kıstas olan ülkemde bana göre çoğunluğu sonradan görme, bir sürü salak var bu memlekette…Çoğunluğunun da ar damarı çatlamış, hayatta kaliteli yaşamanın marka çanta takmakla, zengin koca bulmaktan ibaret olduğu zannedip, her post edileni anında beğenip, sıralarının gelmelerini bekliyor, kendilerini komik duruma düşürüp, böyle 3 haftalık hikayelerde yere yapışıyor, kurbanı oynuyorlar.

Olan da sonra bana oluyor…Bu şaşkınlar yüzünden hem beynimi, hem çenemi yoruyorum..

Çok ama çok acıyım, snobum, kimseleri beğenmiyor gibi görünüyorum ama bunların da beğenilecek bir tarafı da yok be kardeşim…



5 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

TANIDIK YABANCI

Geçenlerde çok geçmişten bir arkadaşımla karşılaştım. Neredeyse yirmi yıl boyunca hiç görmediğim, duymadığım, konuşmadığım biri. Yirmi...

留言


bottom of page